14 Haziran 2014 Cumartesi

Ürdün /Jordan

2 yıl önce Akdeniz kıyılarında gezerken yolum Lizbon'a düşmüştü. Couchsurfing'ten bulduğum kişi beni karşılayacağı saatlerde evde yoktu (bu Couchsurfing (CS)* meselesine aşağıda değineyim ki kimse böyle bir deneyimden mahrum kalmasın), saatlerce bahçesinde bekledim, sadece Portekizce ve biraz da Fransızca bilen komşular tarafından ağırlandım ve dünyanın her yerinde olduğu gibi evrensel el işaretleriyle anlaştık. Velhasıl benim elemanın geleceği yoktu. Umudumu kesip sırtımda çantam Lizbon sokaklarını arşınlarken bir kilisenin önünde bir İtalyan'la tanıştım ve o da beni kendi kaldığı hostele götürdü (bilenler bilir; sırt çantalılar için CS'den sonraki ikinci seçenek her zaman ucuz ve arkadaş canlısı bir hosteldir!). Hostel sahibi genç, 30'larında bir hostel sahibi olmak yeterince kıskanılacak bir şey değilmişçesine gelen her yabancıyla onların dilinde konuşuyordu. Kaç dil bildiğini kendisi de bilmiyordu bence ama benim için en vurucu nokta ve kendisini bu satırlarda misafir edişimin sebebi, kendisinin bir "hikaye anlatıcısı (storyteller)" olduğunu söylemesiydi. Bir yardım kuruluşu aracılığıyla mülteci ve göçmen çocuklara kendi yazdığı hikayeleri 3 farklı dilde anlatıyordu. İşte o anda hikaye anlatıcılığının aslında günlük hayatta en sık kullandığımız sanat dalı olduğunu, birbirimizden esinlenmek ve ilham almak için bin bir farklı şekilde kullandığımızı ve birbirimizin yaralarına dokunmak ve onları iyileştirmek için ne kadar değerli olduğunu fark ettim.

Öğrencilik yıllarında başlayan gezme tutkusu zamanla gezmeyi bir lüks olmaktan çıkarıp, günlük hayatın sıradanlığına ve keşifsizliğine bir alternatif olarak bir yaşama-dahada doğrusu yaşadığını hissetme- zorunluluğuna dönüştürmüştü. Sonrasında zaman içerisinde iyice artan fotoğraf tutkusunun yakaladığı ve çerçevelediği anlar birikti ve kendi başlarına birer hikayeye dönüştüler. Yollar geçildi, yollar birikti.

"Bir yolculuk eğer gerçekten bir yolculuk ise yolcunun sorduğu sorulara cevap vermez. İyi bir yolculuk, yolcunun sorularını değiştirir." [1] Her yol, her keşif benim de sorularımı değiştirdi.

Doğduğumuz andan itibaren aktarılan hikayeler içimizdeki 'ev'i oluşturmakla kalmaz, sorularımıza veya soramayışlarımıza da şekil verir. Her soramadığı, o tanıdıklık, bildiklik hissini kaybetmeye dair derin korku barındıran her soramayışı insanı temelde esas olan evrensel tanıdıklık hissinden uzaklaştırır. Ve tam da bu yüzden 'ev'den çıkmak gerekir. "Çünkü sana öğretilen hikayelerin ne kadar derinine indiğini bilemiyorsun evden dışarı çıkmayınca, evden dışarıda, evden soyunmayınca." [2] 

Zamanla evden neden çıktığımı, evde uzun süre durmanın beni nasıl nefessiz bıraktığını daha iyi kavrıyorum. Bir fotoğrafın aslında hiçbir zaman sadece bir fotoğraf karesinden ibaret olmadığını, düşüncelerimizde ve anılarımızda biricik halleriyle belirli bir yer işgal ettiklerini düşünüyorum. Unutmanın bütünleştirici işlevine karşıt olarak çalışarak kayıp duygusu uyandıran fotoğraflar bize yaşamımızın aslında ne kadar süreksiz olduğunu hatırlatırlar [3]. Fotoğrafçı neyi fotoğraflamak isterse istesin, nasıl bir hikaye anlatırsa anlatsın, hiç şüphesiz en nihayetinde dinleyiciler ihtiyaçları olanları alırlar. 

Benim hikayelerimin özeti ise Mevlana'dan: "Her gün bir yerden göçmek ne iyi, her gün bir yere konmak ne güzel."

* Seyahat edenlerin birbirlerini ağırlayarak veya şehri gezdirerek yardım etme, kendi kültürünü tanıtma, diğer kültürleri tanıma amaçlarıyla ortaya çıkan bir konukseverlik ağıdır Couchsurfing. Detaylı bilgi burada.

[1] - Ahşap Fanus- İran Yolculuğu Sarı Otobüs, Özcan Yurdalan
[2] - Ağrı'nın Derinliği, Ece Temelkuran
[3] - The Russian Album, Michael Ignatieff

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bir eğitim hasebiyle geldiğim Ürdün, bir süre devamının gelmesini umacağım bir Orta Doğu yolculuğunun ilk durağı oluyor. Seyahat etmek deyince genelde aklımıza ilk gelen rotalar olan Avrupa ülkeleri cazibesini yitirip birbirlerinden ayırt edilemez hale gelince sıra önce komşu ülkelere sonra da Orta Doğu'ya gelecekti bir gün şüphesiz, ki öyle de oldu; ve ne de iyi oldu! Gerek vize sorunsalından, gerekse Euro kurunun acımasızlığından uzak durma zamanı gelmişti. Hepsinden önemlisi yıllar yılı sırtımızı döndüğümüz Arap kültürü tüm zenginliğiyle daha fazla ilgiyi hak ediyordu. Eğitim sonrası akşamlarını Amman'ı keşfetmeye ayırıyoruz ayırmasına ama ne yazık ki şehirde pek de fazla keşfedilecek bir şey karşımıza çıkmıyor. Birçok diğer başkent gibi Amman da birkaç belirli yer haricinde yoğun bir trafik ve kalabalıktan daha fazlasını vadetmiyordu. Lübnanlı arkadaşlarla Amman sokaklarında geziniyoruz, şehirde gizli saklı kalmış bir ruh arıyoruz; ama ne yazık, bulamıyoruz. Bense tüm hayallerimi Amman sonrasında gideceğim Petra ve Wadi Rum'a saklamaya karar veriyorum...

Roman Theater, Amman
Roman Theatre, Amman

Elimde kamerayla beni gören bu sevimli kızlar yanıma gelip fotoğrafları çekilirse televizyona çıkıp çıkmayacaklarını sordular, sonrasında da bir güzel poz verdiler.

These cuties came to me to ask whether they would be on TV if I took their photos, later they posed for me.
Roman Theatre, Amman

Roman Theatre, Amman

Amman sokakları / Amman streets

Amman sokakları /Amman streets




Eğitim bitiyor bitmesine fakat bu noktadan sonra artık zamanla yarışmak zorundayım; zira Petra ve Wadi Rum için sadece 2 günüm var. Yine de buralara kadar gelmişken - hatta geziyi de eğitim bahanesiyle bedavaya getirmişken  (zira Ürdün uçakları inanılmaz pahalı!)-  bu iki güzelliği görmeden gitmek olmaz diyorum ve zamandan kazanabileceğim tüm yolları araştırırken Ürdün'de şehirlerarası otobüslerin bile dolmuş mantığıyla hareket ettiğini ve dolmadan kalkmadıklarını öğrenmek kısa süreli bir yıkıma neden olsa da daha önce hiç yapmadığım ve çok mecbur kalmadıkça bir daha da yapmayı düşünmediğim bir yöntem öneriyor Ürdünlü arkadaşım: Şoförlü araba kiralama. Sırt çantalı bir gezgin olan, couchsurfing ve hostel dışında otelde bile kalmayan ben özel şoför olayına ilk başta oldukça soğuk bakıyorum ve sonrasında çalışan insanların aslında tatile değil zamana para ödedikleri gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalarak bu teklifi kabul ediyorum (insanların bir anda istifa edip alıp başını gittikleri anlar böyle anlar olsa gerek.) Neyse efendim, şoförüm (söylemesi bile garip) ve ben yola koyuluyoruz ve Petra'ya varıyoruz. Şoför eli yüzü düzgün bir otelde kalırken ben internette gördüğüm ve bayıldığım bu ışıklandırılmış kayalıkların dibindeki çadır kampında kalmaya karar veriyorum.

Akşam -daha sonrasında 2 gün boyunca her öğünde yiyor olacağım- Bedevi yemeğimi yerken yemek çadırında kulağıma birkaç Türkçe kelime ilişiyor ve sesin geldiği yönle göz kontağı kuruyorum. Sonradan öğreneceğim üzere İstanbul'da bir hostelde çalışırken tanışan bir Lübnanlı ve bir Alman'ın kendi aralarında Türkçe kelimeler kullanma çabalarını komik buluyorum, tanışıyoruz ve 2 günlük maceramız başlamış oluyor.



Ertesi gün yolculuğumuz Küçük Petra'yı gezmekle başlıyor. Üzerinde tek bir tel olan ve ne olduğunu bilmediğimiz bu müzik aletini çalan Bedevi amcamız bize zorla bu kötü müziği (öyle ama!) dinletiyor, pozunu veriyor ama sonrasında verdiğimiz bahşişi beğenmeyip yere atıyor.

Küçük Petra / Little Petra

Küçük Petra / Little Petra
  Ürdün'de tüm o turiste zorla bir şey satmaya çalışan esnafa inat bu arkadaşımız bizi sadece bir güler yüzle      karşılıyor ve bize Bedevi çayı ikram ediyor. Gerçekten iyi yere dükkan açmış doğrusu: Önünde göz  alabildiğine pastelin en güzel tonlarıyla uzanan Petra kayalıkları ve insana huzur veren masmavi bir gökyüzü...
Küçük Petra /Little Petra
  Kendisine ne kadar güzel gözleri olduğunu söylediğimde, gözlerine kendi yaptığı sürmeden çektiğini  söylüyor. Ben de keramet sürmede mi yoksa gözün kendisinde mi diye anlamak için bana da sürme çekme  teklifini kabul ediyorum. Sonuç şüphesiz güzel, fakat bana kalırsa onun gözlenin güzelliğinin yanına bile  yaklaşamıyor benimkiler! Ama yine de dayanamayıp küçük bir pazarlık sonrasında sürmeyi alıyorum.

Küçük Petra /Little Petra

 Bu arada giderken öğreniyoruz ki arkadaşımız bu çadırımsı yerde kalıyor ve hatta Couchsurfing de          yapıyormuş! Bizi de davet ediyor ama biz vaktimizin kısıtlılığından şikayet ediyor Büyük Petra için yola  koyuluyoruz. O da bana son bir poz vermeyi ihmal etmiyor tabi ki!

Küçük Petra /Little Petra



Ve güzeller güzeli Petra'ya giriş yapıyoruz. Yalnız giriş öyle kolay değil, zira fiyat oldukça pahalı. Giriş Araplar için yalnızca bir Ürdün Dinarı (yaklaşık 1 Euro) iken Arap olmayanlar için 50 Dinar! Dünyanın büyük bir kısmı bizi Arap sanıyor ya,  belki Ürdün'de de bir iki İnşallah Maşallah'la beni Arap yerine koyarlar, o hep sıkılıp bunaldığım Müslüman kardeşim numarasını bir sefer de ben yaparsam bir günlüğüne Arap olurum sanıyorum ama yok. Gişedeki adam kestirip atıyor, "50 Dinar vereceksin bayan!" El mahkum veriyorum 50 Dinarı. Böylece Arap olmadığımız da dolaylı olarak kanıtlanmış oluyor.

Yunanca'da taş anlamına gelen Petra Antik kenti Güney Ürdün kayalıklarına MÖ 400 ve MS 106 yılları arasında Nebati Krallığı (Nabataean Kingdom) tarafından inşa  ediliyor  ve Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürüyor. Şehir MS 400'lü yıllardan sonra meydana gelen depremler sonucunda değerini kaybetmeye başlıyor ve unutuluyor. 1800'lü yıllarda İsveçli gezin Johann Burckhardt tarafından yeniden keşfediliyor, 1985 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine giriyor ve 2007 yılında oluşturulan Dünyanın Yeni Yedi Harikası listesinine girmeyi başarıyor.


Petra

Antik kentin tamamını köşe bucak gezebilmek için ideali 2 gün olsa da genel olarak gezmek için sıkıştırılmış bir tam gün gezisinin de yeterli olduğunu söylemek mümkün. İzlenebilecek birkaç rota var fakat görülmesi gereken en büyük eserlerden birisi 850 basamak merdiven çıkılarak ulaşılan Manastır. Bunun için de at, eşek veya deve kiralayabiliyorsunuz ama merdivenler için eşek kiralamanız gerekiyor. Eşeklerin durumuna üzülmemiz ve yürüyerek sağı solu görmek istememiz sebepleriyle biz saatler sürecek bir tırmanışı tercih ediyoruz.

Petra

Petra

Petra

Yol üzerinde satılan renkli taşlar / Colorful stones being sold on the way, Petra

 Kum taşına oyularak yapılan tiyatro, tapınak, ev gibi yapılardan en önemlilerinden olan Al-Khazneh'ın    Nebati Krallığı'nda bir tapınak olduğu düşünülüyor. Büyüleyici pastel renkleri olan tüm bu kentin içinde Al-  Khazneh bize bir başka seyirlik manzara sunuyor.


Al-Khazneh / Hazine /The Treasury, Petra

Al-Khazneh / Hazine /The Treasury, Petra





Petra

Yüzümdeki gülüşü arkamdaki renklerin ihtişamına borçluyum! /I owe my smile to the glory of the colors behind me!
Petra
Petra
Amfi-tiyatro / Roman Theater, Petra

Petra

Petra
 850 basamaklık bu uzun yolculuktan, yolda yerel halkla yapılan uzun muhabbetlerden, çocuklarla  şakalaşmalardan sonra sonunda Manastır'a varıyoruz. Manastır'ın mimarisi Hazine'ye benziyor olsa da ondan daha büyük ve daha az işlemeli. Hazine gibi daha önceden tapınak olduğu düşünülen Manastır'ın bir oyuğa yol açan iki basamağı olan bir tane odası var. Bu kadar görkemli bir yapı karşısında bize yine kumların üzerine kendimizi bırakıp yapıya hayran hayran bakmak ve belki de hiçbir zaman sırrı çözülemeyecek olan mucizevi mimarilere sonsuz bir saygı beslemek kalıyor.

Al-Deir/ Manastır/ The Monastry  , Petra


Petra

Petra yolculuğumuzu bitirdiğimizde akşam oluyor ve hepimiz oldukça yorgun bir halde çıkış kapısı için geldiğimiz yöne doğru geri yürüyoruz. Petra'da tanışmış olduğum gençlere planlarının ne olduğunu soruyorum ve bir planları yoksa benimle Wadi Rum'a gelebileceklerini söylüyorum. Eh arabamız da hazır ne de olsa! Onlar da sevinçle kabul ediyorlar ve arabaya doğru yola koyuluyoruz. Fakat benim sevgili (!) şoförüm önce arkadaşlarım için de ücret isteyeceğini söylüyor, sonrasında ben  ortada onlara sunulacak ayrı bir hizmet olmadığını söyleyince de arkadaşlarımın kim olduğunu, nerede tanıştığımı ve nasıl güvendiğimi soruyor. Ve biz başlıyoruz tartışmaya. Zaten başından beri hiç benlik olmayan koşullarda yola çıkmış olmam bir yana bir de sorguya çekiliyorum. Lübnanlı arkadaş bir şekilde şoförü ikna ediyor ve yola koyuluyoruz. Benim içim durumdan dolayı pek rahat olmasa da çölde bir gece geçireceğim fikri diğer tüm düşünceleri bastırıyor. Yaklaşık 2 saatlik yolculuğun sonunda Wadi Rum'ın girişine varıyoruz ve internetten rezervasyonunu yaptığım yerin sahibi bir safari jipiyle bizi almaya geliyor. Sonrasında bir anda benim şoförün hepimizin eşyalarını o jipe yüklediğini görüyorum ve eve geri döneceğini, yani beni çölün ortasında bırakacağını öğreniyorum. Eh o da olur diyerek Bedevi abimiz ve biz 3 genç jiple Wad Rum koruma alanına giriyoruz. Etraf zifiri karanlık, tek bir ışık veya ışık kırıntısı yok. Bu kadar karanlıkta abinin çadırların yolunu nasıl bulduğuna mı, yoksa ayın ve yıldızların aslında bu kadar güzel olduklarına mı şaşırsak karar veremiyoruz. Gecenin karanlığında kalacağımız Bedevi çadır kampına varıyoruz ve bir sürpriz daha: Bizden başka müşteri yok! Elektriği olmayan, mum ışığında aydınlatılan çadırlara, ateş başında içilen nargile eşlik ediyor ve çölün güzelliğinden Mecnun (ki Arapça'da çılgın demek) olmuş bir şekilde sağa sola koşturuyoruz. Tek bir ışık süzmesi yok ve ayın koskoca çölü olanca güzelliğiyle aydınlattığına şahit oluyoruz. O kadar ki tek bir yapay ışık olmadan sadece ayın ışığıyla fotoğraflar çekebiliyoruz. Ertesi gün tüm bu güzelliği gün ışığında görmek üzere çadırlarımıza çekilip bu pastel doğanın içinde huzurlu bir uyku çekiyoruz.

Güne masmavi gökyüzünde birbirleriyle dans eden bulutlarla ve görkemli kayalarla merhaba diyoruz!


Bedevi Çadır Kampı / Bedouin Tent Camp, Wadi Rum

  Tek müşteri biz olduğumuzdan yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda, nargilemiz her dakika elimizin     altında. Tam bir Bedevi misafirperverliği!

Bedevi Çadır Kampı / Bedouin Tent Camp, Wadi Rum


İnanılmaz güzellikteki Wadi Rum Ürdün'ün güneyinde koruma alanı olarak belirlenen 720 kilometre karelik bir kamp alanı. UNESCO Koruma Listesi'nde yer alan Wadi Rum, Ay Vadisi olarak da anılıyor ve kumtaşı ve granit kayaların oluşturduğu tepelere sahip. Tarihten günümüze birçok kültüre ev sahipliği yapan Wadi Rum'da günümüzde Bedevi kabileleri yaşıyor. Artan turist sayısı sayesinde turizm Bedevilerin önemli gelir kaynaklarından birine dönüşmüş durumda. Arkeolojik olarak da önemli bir bölge olan Wadi Rum'da insan ve antilop tasvirlerini barındıran taşlar/kayalar bulmak mümkün. 

Rehberimiz ufaklık eşliğinde develer üzerinde vadi gezimize başlıyoruz. Yaklaşık 4-5 saat sürecek olan bu gezide yol üzerinde yer yer diğer Bedevi çadırlarında duruyoruz. Her çadırda çay ikram ediliyor, istediğiniz kadar bahşiş bırakabiliyorsunuz. Çay dışında çadırlarda Bedevi kıyafetleri, sürmeler, kokular, sabunlar, şallar, takılar vb. şeyler de bulmak mümkün.

Wadi Rum

Wadi Rum


Wadi Rum

Wadi Rum

Wadi Rum

Wadi Rum

Wadi Rum


Wadi Rum'daki petroglif kaya sanatı / Petroglyphs rock art in Wadi Rum

Tütsü koklamaca / Me smelling incense, Wadi Rum

Bedevi usulü kahve yapımı / Making Bedouin Coffee

Wadi Rum

Yol arkadaşlarım / My travelmates

Biz ve Bedevi ev sahiplerimiz / Us and our Bedouin hosts

Çölde kum tepesine tırmanma / Climbing to a dune, Wadi Rum
Wadi Rum

Wadi Rum

Wadi Rum



Gezimizi bitiriyor ve gördüklerimizden gözlerimiz doymuş fakat karnımız aç bir şekilde kampımıza dönüyoruz. bu arada Bedevi kamp sahibi abimiz Salman abi (en sağda) ve bizim gençler muhabbeti kuruyorlar ve Salman abiden kampı internette tanıtmaları ve ona yardımcı olmaları karşılığında kampta ücretsiz kalma ve yeme teklifi alıyorlar ve tabi ki kabul ediyorlar! İnsanın yetişeceği bir işi olmayagörsün, ah! Bense çölde yıldızları ve ayı hayatımda bu kadar net göreceğim 3. bir gece için orada kalamayacağımı bilerek kıskançlıktan ölüyorum (Sonrasında öğreniyorum ki benimkiler çölde tam 2 hafta kalıyorlar ve çöldeki diğer tüm kamplarda 3-5 gün kalıp çalışıyorlar ve çevre ediniyorlar!) Eh tüm bu reklam oluşumları için iş başa düşüyor ve Bedevi misafirperverliğini fotoğraflamaya başlıyorum ben de. (Hatta olur da yolu düşen olursa diye referans da burada.)

Bedevi AkşamYemeği / Bedouin Dinner, Wadi Rum
Bedevi Akşam Yemeği / Bedouin Dinner, Wadi Rum
 Sadece 2 gece 1 gündüz geçirebildiğim bu çöl hatırası zihnime o kadar derin işliyor ki birkaç gün sonra  çıkacağım İran yolculuğu bile gözümde değil, sadece ve sadece burada kalmak, saatlerce yıldızlara bakmak,  günlerce güneşin batışını bu şekilde izlemek, uçsuz bucaksız çölde amaçsızca koşmak ve mum ışığında  uyumak istiyorum! Ama olmuyor, dönüş yolu beni çağırıyor ve bir gün tekrar geleceğimi bilerek yola  koyuluyorum...
Wadi Rum'da gün batımı / Sunset at Wadi Rum

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder